• https://www.facebook.com/pages/Isparta-T%C3%BCrk-Oca%C4%9F%C4%B1/1565890796990196
  • https://twitter.com/IspTurkOcagi

" TÜRK OCAKLARI - KAMU YARARINA ÇALIŞIR DERNEK"    "Türk Ocağı, Türk’ün has ocağı, varlık ve birlik ocağı,yüksek alevlerle tütsün, muhitine nurlar saçsın; yaşasın ve yaşatsın.Türk Ocağı, Türklük güneşinin ocağıdır. Asırlarca bunu söndürmek için çalıştılar. Bu ocak hepimizi aydınlattı." (1923 Kemal Atatürk )

SDÜ Türk Yurdu Topluluğu'ndan 'Neden Atatürk' Konferansı


SDÜ Türk Yurdu Topluluğu'nun düzenlediği, Kültür ve Devlet eski bakanlarından,Kazakistan'da ki Kazakistan-Türkiye ortak kurumu olan Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinin kurucu Mütevelli heyet başkanı sayın Namık Kemal Zeybek'in konuşmacı olduğu"Neden Atatürk" konulu konferans  02.04.2015 Perşembe günü 15.00 de SDÜ Prof.Dr.Lütfü Çakmakçı Kültür Merkezinde gerçekleşti.Konferans öncesi Rektör Prof.Dr.Hasan İbicioğlu günün konuğunu makamında ağırladı ve çeşitli hediyeler sundu.Programa SDÜ Öğretim Üyeleri ve Öğrencileri ile Isparta halkı yoğun ilgi gösterdi.Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu, Büyük Türk Milliyetçisi Gazi M.Kemal Atatürk,Silah arkadaşları ile Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşında,Ülkemizin Güney Doğusu' nda ki bölücü terör eylemlerinde Toprağa düşen, Hakk'a Yürüyen Şehitlerimiz için bir fatiha süresince saygı duruşu yapıldı  ve akabinde İstiklal Marşımız hep birlikte söylendi.Türk Yurdu Topluluğu başkanı SDÜ Öğrencisi Orçun Ramazanoğlu'nun açılış konuşması sonrası Öz Geçmişi okunan sayın Zeybek Konferansını icra etmek üzere sahnedeki yerini aldı ve özetle şöyle dedi:

 

 

"Kaymakamlık yaptığım yıllardan başlayarak, Atatürk hakkında konuşmalar yapıyorum. TRT’de 85 hafta süren “Atam Türk” adlı bir programım oldu. Haftada yarım saat, bazen yalnız bazen de bir uzmanla söyleşi şeklinde konuşmalar yaptım. Başkent Üniversitesinin TV’sinde 52 hafta Atatürk’ü anlattım. Türkiye’de ve Türk Dünyası Şehirlerinde Atatürk ile ilgili halka açık konuşmalar yaptım. Elbette her seferinde yeniden okumak ve Atatürk ile ilgili bilgimi genişletmek imkanı oldu. Bütün bunlardan sonra diyorum ki: Bizim Ülkemizde Atatürk bilinmiyor ve doğru anlatılmıyor. Atatürk’ü anlamak ve doğru anlatmak için önce bütün peşin düşüncelerden ve değerlendirmelerden sıyrılmak gerekiyor ki, bu yapılmıyor. Birçok kişi kendisine uygun gelen bir yanı ya da bir yönü keşfedip onu anlatmaya çabalıyor. Atatürk’ü doğru anlamak için bize yol gösterecek ve doğru yaklaşım verecek olan onun şu cümlesidir: “Ben hiçbir dogma bırakmıyorum. Benim yolumdan gidecek olanlar, AKIL ve BİLİM yolundan gitmelidirler. Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) bilimdir, fendir.” Atatürk döneminde Türk Toplumunu akıl ve bilim yoluna sokmak için büyük çabalar ortaya konuldu. Yapılan işlerin adı “Türk İnkılabı” idi. Atatürk’ten sonra bir dogma icat edildi: “Atatürk İlke ve Devrimleri” Böylece Atatürk’ten ilk sapma onun bazı ilkelerini ve yaptığı bazı değişiklikleri dogmalaştırmakla başladı. Arkasından, yetişen gençliğe ve ülkeyi yönetenlere bir ana hedef verildi: “Atatürk İlke ve Devrimlerini Korumak”… Bu kalıp cümle artık belli başlı her yere hatta Milletvekili yeminlerine bile konuldu. Atatürk’ün şiddetle karşı olduğu bağnazlık, onun adı kullanılarak hortlatılmış oldu. Atatürk ilkeleri altı kelimeden ibaretti: 1- Milliyetçilik 2- İnkılapçılık 3- Laiklik 4- Cumhuriyetçilik 5- Devletçilik 6- Halkçılık… Atatürk Devrimleri de sekiz dönüşümün adıydı: 1- Tevhidi Tedrisat (Eğitimde birlik) 2- Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması 3- Şapka Giyilmesi 4- Evlenmelerin Memur Önünde Yapılması              5- Beynelminel Rakamların Kabulu 6- Türk Harflerinin Kabulü 7- Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırılması     8- Dini Kisvelerin Mabet Dışında Giyilmesinin Yasaklanması… Böylece kalıplaştırılan ve dondurulan Atatürk’ün artık Türkiye’nin geleceğine yön vermesi, ışık tutması önlenmiş oldu. Atatürkçü olmak ilerlemeci olmaktan çıkarıldı. Yeni bir tutuculuk biçiminin adı oldu. Belirtmeliyim ki, ne ilke denilen kavramlara ne de devrim denilen değişimlere bir itirazım söz konusu bile olamaz. Onların her birinin, dönemin şartlarından doğan haklı gerekçeleri vardır. Ama Türk Devrimini tamamlanmış saymak ve dondurmak, dogmalaştırmak Atatürk’ün amaçlarından ne kadar uzak bir anlayıştır. 

 

Atatürk dindar mıydı? Elbette… Ama senin dindarlığın gibi değildi; ey kendini herkesten daha dindar zanneden… Gerçek de “Allah’a giden yol yarattıklarının nefesleri sayısıncadır” denilmiştir. Yani herkesin dindarlığı kendisine göredir. Ve hatta her insanın dindarlığı aldığı nefes sayısınca farklıdır. Nasıl olduğunu gelin yakınında bulunanlardan öğrenelim: “Atatürk’ün Yanı Başında” adıyla yayınlanan bir anı kitabı var. Doğan kitaptan yayınlanmış. Anlatan Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu… Bu kitaptan bölümler sunalım: Atatürk, kitap okumaya ara vererek; çok sevdiği bir sevda şarkısını mırıldanır. Sonra şarkıyı bitirince şöyle der: “Nuri evladım, sevgi ve aşık olmak ne güzel duygu. Tanrı nelere kadir, bizlere ne güzel duygular veriyor, ne güzel bir beste ve şarkı değil mi?”“Bu muydu?” demiyorsunuz değil mi? Evet budur. Tanrıyı ve onun nimetlerini güzel bir duyguyu anlatan güzel bir beste de bulmak… Yine böyle bir örnek… Yine aynı kitaptan: Atatürk, şimdilerde üzerinde Saraylar yaptırılan “Atatürk Orman Çiftliği'ndeki” ağaçları görmeye geldiği bir gün, bir kayısı ağacına gözü takılır. Olgunlaşmış kayısılardan birkaç tane koparıp eliyle ovalayıp temizleyip yemeye başlar ve der ki: “Oh, oh ne kadar da güzelmiş, Allah’ın hikmetine bakın, neler yaratıyor neler. İnanmayan kafir’dir.” Evet, kayısının o güzel tadında Allah’ın hikmetini bulmak, işte bu dindarlıktır. Biliyorum bu anlattığım dindarlık belirtileri birilerini kesmez… Peki, onların da itiraz edemeyeceği örnekler verelim… Yine aynı kitaptan: “Hafız Yaşar vardı (Yaşar Okur) Atatürk onu sever ve çok beğenirdi. Bazı zamanlar ‘Hafızı çağırın’ derdi. Hafız Yaşar’ın makamıyla okuduğu Kuranı Kerim surelerini huşu ile dinlediğini ve gözlerinden yaş aktığını ve bu gözyaşlarını ceketinin sol üst tarafındaki mendil cebinde, her zaman muntazaman bulundurduğu beyaz keten mendil ile sildiğine yakinen hep şahit olmuşumdur.


Atatürk, Türkçe Kuran çalışmalarını 1926 yılında başlatmış. Bu işin başına Elmalılı Muhammed Hamdi Yazar’ı getirmiş. Ama yapılacak tefsirlerle bizzat kendisi de ilgilenirmiş. Eserin bitiminde kendi katkısıyla, Kur'an gerçeğini ve Kur'an ile ilgili özellikleri açıklayan güzel bir önsöz hazırlandı ve basıma girdi. (1935 de) Bu çalışmalara bende çoğu zaman katılmıştım. Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok tesirinde kalır ve: ‘Hey büyük Allah’ım… Kurana inanmayan kafir’dir. Bize nasıl yol gösteriyor. Bunları tüm dünyaya okutmalıyız. Okurken ruhum coşuyor. Size de oluyor mu?’ diye de sorardı. O anlarda gözleri dalar ve hafifçe kızarırdı.” Atatürk, dindar mıydı? Evet, dindardı… Bilgili ve bilinçli dindar… Ötesi Allah’ın bileceği iş… Siz kimsiniz ki Atatürk’ün dinini sorguluyorsunuz? Ey Haçlı seferlerinin ve Emperyalizmin İşbirlikçileri siz mi dindarsınız?

 

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Millet sözünden ne anlaşılır, ne anlaşılmak lazımdır? Bunu anlatayım: Sözlerimin kolay anlaşılması için, yine Türk Milletine bakacağım! Çünkü, Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir. Bugünkü Türk Milletine bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve şimdiye kadar edindiğimiz bilgilerin yardımıyla düşünelim! Bir tabloda neler görüyorsak, bir tablo bize neler hatırlatıyorsa, onları, birer birer söyleyelim. Türk Milleti Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyür bir yurtta yaşar. Onun adına (Türk Eli) derler.

 

Türk Yurdu daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika ve hatta Amerika Türk atalarına yurt olmuştur.

 


Bu hakikatler eski ve özellikle yeni tarih belgeleriyle bilinmektedir. Fakat bugünkü Türk Milleti, varlığı için bugünkü varlığından memnundur. Çünkü Türk; derin ve şanlı geçmişin; büyük, kudretli atalarının mukaddes miraslarını bu yurtta da muhafaza edebileceğinden, o mirasları, şimdiye kadar olduğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir. Türk Milletinin her kişisi, bir takım farklarla ve fakat genel olarak birbirine benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabii bulmak lazımdır. Çünkü, Mısır veya Irak çöllerinden başlayan bilinen tarihten önce, Sibirya steplerinden başlayarak Orta Asya, Rusya, Kafkaslar, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, arkasında Girit, Romalılardan evvel Orta İtalya velhasıl Akdeniz kıyılarına kadar yayılmış ve yerleşmiş ve başka başka iklimlerin tesiri altında, başka başka cinsten yerlilerle binlerce sene yaşamış, kaynaymış bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan topluluğunun, bugünkü çocuklarının tamamı tamamına birbirlerine benzemeleri mümkün müdür? Her zaman her yerde küçük bir aile çocuklarının bile tamamen birbirlerine benzemeleri görülmüş değildir.
Türk kavmini yalnız bir noktada, iklimi aynı dar bir mıntıkada belirmiş zan etmek doğru değildir. Türk kavmi yukarıda söylediğimiz gibi, çok büyük bir sahada vücut bulmuş ailelerin birleşerek Sop (klan) ve Sopların birleşerek Boy (Kabile) ve Boyların birleşerek öz (Aşiret) ve özlerin de birleşerek siyasi topluluk olan El (Site) ve en nihayet El’lerin bir merkezde birleşmeleriyle büyük bir camia vücuda getirmişlerdir. Bu büyük Türk camiasını oluşturan insanların nitelikleri arasındaki fark büyük olmamakla beraber köklerin genişliği, nüfusun çokluğu düşünülünce Türk kavimlerinin aralarındaki manevi bağların gevşek olması ve muhtelif namlarla muhtelif roller oynaması tabii görülür. Bu sebepledir ki tarih, olaylarını yazdığı kavimleri nerede, nasıl ve ne namda tanıdıysa o suretle yazmıştır. Böyle olmakla beraber, bugünkü Türk Milletinin esası aynı kökün, aynı uzun ortak geçmişini tesbit ettiği belirgin tiptir, Türk tipi… Bu son sözlerden, anlaşılıyor ki Türk Milletini yapan insanların tarihleri birdir.” (5 Kasım 1929)

 

Atatürk döneminde ve Atatürk’ün gözetiminde çıkarılan 4 ciltlik tarih ders kitabını yeniden yayınlandı. İlk yayın tarihi 1932… Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılmış ve Atatürk tarafından kendi el yazısıyla düzeltmeler ve ekler yazılmış. Kimi yerlerini de doğrudan kendisi yazmış. Bu eserden alıntılar yaparak Atatürk döneminin Türk Tarihi anlayışını ilginize sunuyorum. Söz konusu olan Türk kavminin başlangıç dönemi ve diğer halklara olan etkisidir: Dünyanın başka taraflarında insanlar, kaya ve ağaç kovuklarında en koyu vahşet hayatı yaşarken, TÜRK, Anayurdunda kereste, maden medeniyetleri devirlerine kadar ulaşmıştı. İnsanlıkla hayvanlığı gerçek ve açık şekilde ayıran devir, hayvanları ehlileştirme devri, en evvel burada açılmış; tabiatı insan iradesine boyun eğdirerek işlemenin ilk durağı sayabileceğimiz çiftçilik burada başlamıştır. Arpa, buğday, çavdar gibi tanelerin; koyun, keçi, at, deve gibi hayvanların kökeni de burasıdır. Dağlarda bunların asılları olan yabani cinsler bugün dahi bulunmaktadır.

 


Kafkas Dağlarından, Tanrı Dağları'na ve oradan Gobi Çölleri boyunca doğuya uzanan eski Türk Denizi, saydığımız Ulu Dağları örten buzların verdiği sularla besleniyordu. Türkler burada tabiatın elverişli şartları içinde gayet çabuk çoğalmışlardı. Buzul Devrinin sona ermesi, Büyük Türk Denizi havzasındaki iklim şartlarını değiştirdi. Yavaş yavaş çekilen buzlar, Asya’nın Kuzeyi ve en yüksek dağları ile sınırlı kaldı. Sular azaldı. Gitgide daralan denizlerin yerinde göller, bataklıklar kaldı. Irmaklar, çaylar cılız derelere döndü. Bunlardan birçokları kurudu. Yeni kara parçaları meydana geldi. Bol yağmurla sulanan yeşil ovalar kurak ve çorak çöller haline geldi.
Ondan sonra Orta Asya binlerce yıl içinde Çin’e, Hint’e, Ön Asya’ya, Kuzey Afrika’ya ve Avrupa’ya dalgalar halinde gitti. Bundan 7 asır evveline kadar Türk göçleri devam etti, gittikleri yerleri uygarlaştırdılar. Anayurt’ta kalan Türklerin hayatları değişti. Daha çok hayvancılığa uygun hale gelmesi sonucunda Tarım Uygarlığının hayvancılık bölümü yaygınlaştı. Uygun yerlerde tarım ve şehirleşme devam etti. Bu alanda Türk Tarihinin yeniden oluşumu gerçekleşti. Çin’e en az 7 bin yıl önce giden Türkler buradaki halkları yönettiler. Oraya uygarlığı ve Tek Tanrıya inanmak dinini götürdüler. Hint’e giden Türkler “Maymun sürüleri gibi yaşayan” kara derili insanları toparlayıp yönettiler. Onlarla karıştılar ve yeni ırklar ortaya çıktı. Aşağı Mezopotamya’ya Türklerin gidişi 7 bin yıl önceye dayanır. Burası bataklıklar halindeydi.

 


Yerli halkları yönetimleri altına alan Türkler burada Sümer Uygarlığını kurdular. Etiler denilen Anadolu Halkının ortaya çıkmasını sağladılar. Mısır’a gidenler Nil Deltasına yerleşip orada bir uygarlık oluşmasını sağladılar. Eğe Havzasında Turova Devletini kurdular. Girit uygarlığı da Türklerin eseridir. Avrupa da İtalya’ya yerleştiler. Buradaki halkları yönetip Roma şehrini kurdular. Avrupa’nın Orta ve Kuzeylerine yayıldılar. Buradaki halklara uygarlık öğrettiler. Anayurt’tan gidip başka diyarlarda devletler kuran Türkler sayıca azdılar. Yönettikleri çoğunlukta halklar içinde eriyip gittiler. Ama derin etkiler bırakarak… Anayurt’ta yani Ortalık Asya’da daha açılmamış binlerce kurgan ve incelenmemiş şehir kalıntıları var. Bunlar bir gün bilimlik yöntemlerle incelenecek ve gerçek apaçık ortaya çıkacaktır. Hazar’ın doğusunda bugün Türkmenistan denilen ülkede Aşkabat yakınlarında Anu Kazısı gerçekleri bir ucundan ortaya çıkarmıştır. Kazı Başkanı Pumpelly çıkardığı belgelerden bazı gerçeklere ulaşmıştır.

 


Ona göre bu Türk Anayurdunda bundan 10 bin yıl önce hayvanlar ehlileştirilmiş, maden sanatları ortaya çıkmıştır.     8 bin yıl önce maden sanatları geliştirilmiştir. Yani buradaki uygarlığın kökenleri bundan 11 bin yıl önceye kadar gider. Ne derler… “Gül bahçemi gör de, baharımı anla...” Anu bizim baharımızın gül bahçesinin güllerinden sadece birisidir. Son cümleler benim… Öncekiler ise, Atatürk döneminin… Bu konu devam etmelidir. “Türk var mı, yok mu?” tartışmasına bir de buralardan bakalım… Bakalım daha neler var.

 

                  Programına burada son veren Zeybek'e günün anısına hazırlanan şilt ve hediyeyi SDÜ Rektör Yardımcıları Prof.Dr.Süleyman Seydi,Prof.Dr.Hüseyin Akyıldız ve Prof.Dr.Hüseyin Yorgancıgil ile Topluluk Akademik Danışmanı Prof.Dr.Mahmut Bülbül, Türk Ocağı Isparta Şubesi Başkanı Op.Dr.Levent Başyiğit ve Topluluk Başkanı Orçun Ramazanoğlu birlikte sundular.

  
85 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Hava Durumu
Takvim
Saat