• https://www.facebook.com/pages/Isparta-T%C3%BCrk-Oca%C4%9F%C4%B1/1565890796990196
  • https://twitter.com/IspTurkOcagi

" TÜRK OCAKLARI - KAMU YARARINA ÇALIŞIR DERNEK"    "Türk Ocağı, Türk’ün has ocağı, varlık ve birlik ocağı,yüksek alevlerle tütsün, muhitine nurlar saçsın; yaşasın ve yaşatsın.Türk Ocağı, Türklük güneşinin ocağıdır. Asırlarca bunu söndürmek için çalıştılar. Bu ocak hepimizi aydınlattı." (1923 Kemal Atatürk )

Genel Merkez Ocakbaşı sohbetlerinde bu hafta şair Abdurrahim Karakoç ve şiirleri konuşuldu

Türk Ocakları Genel Merkezi’nde geleneksel olarak sürdürülmekte olan Ocakbaşı sohbetlerinde bu hafta  Yard. Doç Dr. İbrahim Atabey’in yönetiminde şair Abdurrahim Karakoç ve şiirleri konuşuldu. Abdurrahim Karakoç’un da katıldığı toplantı ilgi ile takip edildi.

 

 

brahim Atabey, Karakoç’un ilk çıkan şiir kitaplarını ve  Kasım 1983’te Doğuş Edebiyat Dergisi’nin Abdurrahim Karakoç özel sayısını tanıtarak söze girdi ve daha sonra hayatını özetledi:

“Abdurrahim Karakoç 7 Nisan 1932 tarihinde, Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde doğdu. Küçük yaşlarda şiire merak sardı. Bu, aileden gelme bir merak diyebiliriz. Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şairdir.
İlk yazdığı şiirleri, iki kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı. 1958 yılından itibaren yazdıkları ise “Hasan’a Mektuplar” adı altında 1964 yılında yayımlandı. Bu eseri, kısa zamanda tükendi ve ikinci baskısı yapıldı. 
1958 yılında, belediyede memur olarak çalışmaya başladı ve 1981’de emekli oldu.
Şiirleri birçok dergide yayımlandı. Ondan fazla şiir kitabı çıktı. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Ayrıca makalelerinin derlendiği bir kitabı yayımlandı. 
Karakoç, 1985 yılından beri gazetecilik yapmaktadır. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Politikaya girip ayrılması ile ilgili bir soruya verdiği şu cevap çok manidardır: “Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım” 
Şiir kitapları defalarca baskı yenileyen Karakoç’un özellikle “Vur Emri” adlı kitabı kabul görme bakımından özel bir yere sahiptir. 
Büyük şairimiz  kendini şöyle anlatmaktadır:
‘Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam 'Özlenecek neresi var?' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım.
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Bana gelince: Sağ olsunlar, iktidarların ve muhalefetin iri kıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkâğıtçılar vs. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.
Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.
En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece azmaya devam edeceğim, Allah (CC) kısmet ederse...’
Karakoç’un yaytınlanmış eserleri de şunlardır:  

Şiir kitapları: Hasan'a Mektuplar (1965), El Kulakta (1969), Vur Emri (1973), Kan Yazısı (1978), Suları Islatamadım (1983), Beşinci Mevsim (1985), Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu (1994), Yasaklı Rüyalar(2000), Gökçekimi (2000), Gerdanlık-I (2000), Gerdanlık-II (2002), Gerdanlık-III (2005), Parmak İzi (2002),
Düşünce Yazıları: Çobandan Mektuplar (Deneme).”
Daha sonra Abdurrahim Karakoç, “Siyasetle ilgisinin olmadığını, uydurma kelime kullanmadığını, çocukluğundan beri  kitap okuduğunu, babasının da okuyup yazan bir kişi olması dolayısıyla evlerinde halk şairlerine ait cönklerin, divan şairlerine ait divanların bulunduğunu, Yunus Emre’yi, Karacaoğlan’ı, sağdan ve soldan hatta ateistlerden şiir yazan herkesi okuduğunu, hiç müsvedde şiir yazmadığını ve Allah’ın bir lütfu ile daktiloya kağıdı takıp sonra da şiiri tamamlamış olarak çıkardığını” ilave etti.

 

 

 

Yard. Doç. Dr. İbrahim Atabey Karakoç’un “Tut Ellerimden” isimli şiirini okudu:

TUT ELLERİMDEN

Sırat’tan incedir sevda köprüsü 
Beraber geçelim tut ellerimden. 
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü 
Beraber uçalım tut ellerimden 

Gönüldeki birlik kalkandır dışa 
Aldırma ayaza, yele, yağışa 
Giden ilkbahara, gelecek kışa 
Beraber göçelim tut ellerimden. 

Birleşmek üzredir şafakla gurûp 
Korku beklenilmez kapıda durup 
İster zehir olsun, isterse şurup 
Beraber içelim tut ellerimden. 

Çağır hayallerin en ötesini 
Yakından duyarsın aşkın sesini 
Sonsuz mutluluğun penceresini 
Beraber açalım tut ellerimden. 

Hatırla kaybolan hatıraları 
Elmastan ışıklı, altundan sarı 
Zaman tortusundan işte onları 
Beraber seçelim tut ellerimden. 

Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet” 
Zamanı zamana etme şikayet 
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet 
Beraber kaçalım tut ellerimden.

Bu şiirin ardından Çağrı Gürel, mehur bir türkü olup dilden dile söylenen “Mihriban” şiirini okudu ve Karakoç’a bu şiirin hikayesi daha doğrusu bir mihribanın gerçekten olup olmadığı soruldu. “Bu şiirin elbet bir muhatabı var ama adı nedir, nerededir, ölümü dür sağ mıdır onu bilemem” dedi. Vuslatı olmayan bir aşk hikayesini deşmek istemiyordu. Ama daha sonra söylediği şu cümle her şeyi anlatıyordu: “Bu şiir, ondan gelen mektupta sorulan ‘Unutmak kolay mı?’ sorusuna cevap olarak yazıldı”

MİHRİBAN ( UNUTURSUN)

“Unutmak kolay mı?” deme, 
Unutursun Mihriban’ım. 
Oğlun, kızın olsun hele 
Unutursun Mihriban’ım. 

Zaman erir kelep kelep.. 
Meyve dalında kalmaz hep. 
Unutturur birçok sebep, 
Unutursun Mihriban’ım. 

Yıllar sinene yaslanır; 
Hâtıraların paslanır. 
Bu deli gönlün uslanır... 
Unutursun Mihriban’ım. 

Süt emerdin gündüz-gece 
Unuttun ya, büyüyünce... 
Ha işte tıpkı öylece 
Unutursun Mihriban’ım. 

Gün geçer, azalır sevgi; 
Değişir herşeyin rengi 
Bugün değil, yarın belki 
Unutursun Mihriban’ım. 

Düzen böyle bu gemide; 
Eskiler yiter yenide. 
Beni değil, sen seni de 
Unutursun Mihriban’ım.

Karakoç’un, “Mihribanla nasıl mektuplaşıyordunuz?” sorusuna verdiği cevap da ilgi çekici idi: “Sana ne?”

Bu şiir ve hikayesi dinleyicileri oldukça duygulandırmıştı. Ardından Kırkıncı Yıl Hesabı ve 50. Yıl Hesabı isimli şiirleri okundu:

KIRKINCI YIL HESABI

Uykuları harman ettim, savurdum 
Bir mübarek düş aradım kırk sene. 
Ne usandım, ne yoruldum, ne durdum 
İçi doğru dış aradım kırk sene. 


Çıktım dağ boş, indim baktım ova boş 
Toprak garip, su tedirgin, hava boş 
Nere gitsem dallar kırık, yuva boş 
Yumurtada kuş aradım kırk sene. 

Aşk yükünü indirince arkamdan 
Doğmadık bebekler tuttu yakamdan 
Hesap-kitap ettim kaçtım rakamdan 
On yitirdim, beş aradım kırk sene. 

Binalar yükselir: Gözyaşı, kin, kan... 
Koymuşlar adını “uygarlık, ümran”! 
Yükseklerde, midelerdir hükümran 
Alçaklarda, baş aradım kırk sene. 

Gönül penceremi dünyaya açtım 
Baktım manzaraya, ben benden geçtim... 
Ucuzdan tiksindim, kolaydan kaçtım 
Belâsı çok iş aradım kırk sene... 

Birbirinden çürük çıktı seneler 
Öz yiğidi az doğurdu analar 
Hayâl oldu gönlümdeki binalar 
Temel için taş aradım kırk sene. 

Adı “devrim” oldu avrat soyarak 
Denge kurdu toklar açı yiyerek 
Aptallara ibret olsun diyerek 
Solucanda diş aradım kırk sene.

ELLİNCİ YIL HESABI

Bağladım nefsimi zincir yulara 
Dünyayı duvara astım gel de gör 
Rahatı huzuru attım kenara 
Çileyi bağrıma bastım gel de gör

Yürüdüm sel oldum, durdum göl oldum 
Mazluma, mağdura kıvrak dil oldum 
Zulüm sıcağında serin yel oldum 
Yürekten yürege estim gel de gör. 

Sonu hatırladım, ilki duyunca, 
Kula kul olmadım ömür boyunca! 
Hakkın zehirini içtim doyunca 
Batılın balına küstüm gel de gör. 

Ülfetim olmadı iriler ile 
Ağıla girmedim sürüler ile; 
Ölümden korkmayan diriler ile 
Selamı, sabahı kestim gel de gör. 

Aşk ceylanı emzirince sütünü 
Taşa çalıp, kırdım benlik putunu 
Düşmanımdır inkarcının bütünü 
Allah dostlarıdır dostum gel de gör. 

Bazı kötülüğü kovdum elimle 
Bazı kötülüğü yerdim dilimle 
Gücüm yetmeyince kendi halimle 
Haksıza buğzettim, küstüm gel de gör. 

Çıkar için laf davulu çalmadım 
Hiçbir yerden makam, rütbe almadım 
Bildimse söyledim, korkak olmadım 
Bilmediğim yerde sustum gel de gör.

Karakoç duygu yüklü bir şairdi ve olaylardan çok etkileniyordu. 1 Mart 1977’de katledilen Ülkücü şehit Mustafa Erol’un karlı bir havada ebedi aleme uğurlanırken çekilen resminden etkilenerek yazdığı dörtlüğü okudu:

 

 

“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ile kar geliyor gardaşım
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.”

            Abdurrahim Karakoç zayıf bünyeli, karayağız bir adam. Şiirlerindeki o heybet ve asaleti görenler ve kendisini tanımayanlar ona uygun bir bünye bekledikleri için görünce biraz hayal kırıklığına uğruyorlar. Karakoç, bununla ilgili bir hatırasını anlattı: “Osmaniye’ye, yirmiye yakın şair ve edebiyatçının katıldığı bir toplantıya gitmiştik. Yolda yürürken, benimde orada olduğumu duyan biri topluluğa doğru yaklaşıp sordu:

Abdurrahim Karakoç hanginiz?

‘Benim’ diye seslenince adamcağız hayal kırıklığı içinde söylendi: “İşte şimdi olmadı; o şiirleri yazan adam hiç değilse bizim 146 kiloluk zabıta memurumuz ….. gibi olmalıydı!”

             Çağrı Gürel, dinleyicilerin isteği üzerine Abdurrahim Karakoç’un “Hakim Beğ” şiirini okudu:

HAKİM BEĞ

Gene tehir etme üç ay öteye, 
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. 
Otuz yıl da babam düştü ardına; 
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ. 

Kırk yıl önce; yani babam ölünce, 
Kadılıklar hâkimliğe dönünce, 
Mirasçılar tarla, takım bölünce, 
İrezillik beni buldu hâkim beğ. 

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git; 
Bini buldu burda yediğim zılgıt. 
Eğer diyeceksen: 'bana ne, öl git!' 
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ. 

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su, 
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu? 
Kazanmasam da hu, kazansam da hu! 
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ. 

Keşife-meşife, damgaya, harc'a 
Kanımız kurudu harca da, harca.. 
Sayenizde avukatlar yıllarca, 
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ. 

Mübaşir itekler, kâtip zavırlar; 
Değişti bizde de göya devirler. 
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar, 
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ. 

Kabahat sizde mi, kanunlarda mı? 
Şaşırdım billâhi yolu yordamı.. 
Kızma sözlerime alam kadanı, 
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ. 

Mülkün temeliydi adalet hani?... 
Bizim hak temelde saklı mı yani? 
Çıkartıp ta versen kim olur mâni? 
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ?! 

Hem davacı pişman, hem de davalı.. 
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı. 
Sabret makamından çalma kavalı, 
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.

Sohbet toplantısını yöneten Yard. Doç Dr. İbrahim Atabey, Abdurrahim Karakoç’a ve katılımcılara teşekkür ettikten sonra son olarak Karakoç’un kendi sesinden bir şiir okumasını talep etti. Karakoç, “İsyanlı Sükut” isimli şiirini okudu:

İSYANLI SÜKUT

Gitmişti makama arz-ı hâl için, 
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını. 
Bir azar yedi ki oldu o biçim... 
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı, 
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı... 
Bir baktı konağa alttan yukarı, 
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Çekti ayakları kahveye vardı, 
Açtı tabakasın, sigara sardı. 
Daldı.. neden sonra garsonu gördü, 
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

İçmedi, masada unuttu çayı; 
Kalktı ki garsona vere parayı, 
Uzattı çakmağı ve sigarayı, 
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş, 
Sandım can evime döktüler ateş. 
Sordum: 'memleketin neresi gardaş? ' 
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden, 
Ağzına küfürler doldu zehirden; 
Salladı dilini... vazgeçti birden, 
'Oy' dedi, yutkundu, eğdi başını. 

Haber: Osman OKTAY
Resimler: Mikail KARADAŞ

 

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=4291

  
92 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Hava Durumu
Takvim
Saat